31 Temmuz 2016 Pazar

Prof. Dr. Hamza Al : "Sorunun temelinde bürokratik sistem ve zihniyet yatıyor"


Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza  Al

Mustafa Ali Aykol: Hocam böyle bir darbe bekliyor muydunuz?
Hamza Al: Darbe daha olmaz diyemiyordum ama bu dönemde böyle bir darbe ve böyle bir darbe yöntemi beklemiyordum.  Fakat tıpkı Özal sonrası gibi Erdoğan sonrası da siyasal istikrarsızlık oluşabileceğini ve şu anki demokratik kazanımların kaybedileceğini düşünüyordum.

Mustafa Ali Aykol: Neden böyle düşünüyorsunuz?
Hamza Al: Çünkü bizim dindar/muhafazakâr kesim bürokrasi/devlet yönetimi konusunda sistemden çok daha çok insana odaklandı.  Tabi ki yönetimde insan unsuru çok önemlidir, fakat belirleyici olan sistemdir.  Ak Parti kalıcı çözümler ve kalıcı başarılar elde etmek istiyorsa sisteme daha fazla odaklanmalıdır.

Şöyle bir sorunla karşı karşıyayız. Dindar kesim camide imamı dinliyor. İmam diyor ki, “Müslüman yalan söylemez, Müslüman Müslümana inanır, Müslüman hak yemez, Müslüman Fırat kenarında abdest alırken bile israf etmez, Müslüman Fırat kenarındaki koyundan bile kendini sorumlu tutar”. Tabi ki bunlar doğru tespitlerdir.

Dindarlar zannediyor ki eğer bürokrasiye dindar insanlar gelirse sorunlar hallolur, yolsuzluk olmaz ve hak yenmez. Bunun doğru bir yönü olabilir. Fakat dindarların bilmediği bir şey var, o da bürokrasinin şeytani bir yönünün olduğu. Evet, bürokrasinin şeytani bir yönü vardır. Bürokrasi üzerine biraz kafa yormuş birisi olarak, duruma baktığımda; özel yaşamında karıncayı bile incitmeyen insanlar, bürokratik sistemlerde gözünü kırpmadan bir topluma soykırım yapabilir, kendi halkını katledebilir, en yakınlarını sürgün edip mesai arkadaşlarına silah doğrultabilir ve tüm bunları yaparken hiçbir sorumluluk duymayabilir. Özel hayatında çok tutumlu olanlar kamu kaynaklarını hoyratça harcayabilir. Fırat kenarında otlayan koyundan bile kendisinin sorumlu olduğunu düşünen bir kişi, kendi sorumluluğu altında ölen insanların sorumluluğunu üstlenmeye bilir.

Bunları bugünlerde olan olaylarla ilgili söylemiyorum, bunları daha önce yazmış kayda geçirmiş birisi olarak söylüyorum.

“İnsan”, “bürokrasi”, “din”, “sistem”, zihniyet” konularına daha fazla kafa yormak ve bunlar arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir zemine oturtmak zorundayız. Ve en önemlisi de kalıcı başarıyı insanlardan çok sistemde aramalıyız.

Mustafa Ali Aykol: Hocam, siz darbe girişimi olduğundan beri meydanlarda gözlem yapıyorsunuz. Halkın bu kendi iradesiyle gerçekleştirdiği tepkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
H.A.: Doğrusu kalkışma gibi halkın kalkışmaya karşı tepkisi de olağandışıydı. Bunu anlamak için sosyal bilimcilerin biraz ders çalışması gerekiyor. Ama illa bir şey söylemek gerekirse, ilk tepkilerin biraz daha bireysel olduğunu söyleyebiliriz. Birtakım cesur, gözü kara inançlı insanlar, hesap kitap yapmadan direnişe öncülük ettiler.

Ama asıl toplumsal tepkide çeşitli faktörler etkili oldu. Birincisi ve en önemlisi; karizmatik otoritenin çağdaş örneklerinden birisi olan ve toplumun önemli bir kesiminin, -özellikle kadınların-, tam olarak güvendiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın net tutumudur diye düşünüyorum. Uzun süreden beri birçok sorunun üstesinden gelmiş güçlü ve güvenilir bir lideri çok net olarak “sokağa çıkın” dedi ve insanlar da hesap kitap yapmadan, duraksamadan kendilerini tankların önüne attılar.

İkincisi; kalkışma yapanların izan, insaf ve akıl dışı yöntemler kullanmaları ve bunun anlık olarak izlenmesi, insanları çileden çıkarmış olabilir.

Üçüncüsü de; sanırım topum bu kalkışmayı,  dış güçlerle ilişkilendirdi ve bu kalkışmanın sıradan bir darbeden öte, kendi varlıklarına, benliklerine, ülkelerine yönelik bir girişim olarak gördüler.
Ve geçmişteki darbe gerekçelerinin hiçbirisi yoktu.

Fakat toplumun onurlu direnişi kadar, direnişteki erdem ve sağduyu takdire şayandır. Canlı olarak toplumun üzerine bomba atılırken, kuvvet komutanlarının rehin alındığı söylenirken, Cumhurbaşkanı’yla ilgili spekülasyonlar yapılırken millet sağduyusunu korudu. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken bu.

Şu anda devam eden sokak direnişlerinde bile herhangi bir şiddet hareketi, yağma, hırsızlık olmaması, insanların geç vakitlere kadar ailece nöbet tutup sabah işlerine dönmeleri, başta dindar kesimler olmak üzere toplumumuzun erdemidir.

Dünya ölçeğinde bu denli olgun ve işlevsel bir tepkinin sık rastlanan bir şey olduğunu düşünmüyorum.

M.A.A.: Meydanlarda  görüyoruz ki yalnız tek bir görüşten insanlar yok. Çok farklı kanatlardan insanlar tek bir amaç için toplanabildi. Önceleri bu çok bir ihtimal gibi gözükürken şimdi gerçekleştiğini şahit oluyoruz. Bu birliktelik hakkında neler söylenebilir?
H.A.: Sanırım uzun süreden beri süregelen toplumsal bölünmüşlük, insanlarda birlikteliğin özlemini bilinçaltlarında beslemiş olmalı. Şartlar olgunlaştı ve toplumsal birliktelik oluştu.

Bunda Ak Parti’nin gösterdiği hassasiyetin ve bu hareket öncülük eden dindarların olgun ama tevazulu duruşu etkili oldu.

Normalde bu tür faaliyetlerde her parti ön plana çıkmak ister. Tabii ki AK Parti’nin rengi bu gösterilere ister istemez yansıyor. Ama ben hem AK Parti’nin hem de illerdeki yöneticilerin duyarlılık gösterip bu birlikteliğe hizmet ettiği kanaatindeyim. Bir takım kazalar olsa da, Ak Parti meydanlarda kullandığı dile dikkat etti. Particilik çok fazla ön plana çıkarılmadı.

Mitinglerdeki söylem ve tavırlar başka siyasi düşünceden olan insanları çok fazla rahatsız etmedi.
Belki de dış kaynaklı müdahale, bazı kesimlerin Erdoğan’a yönelik şüphelerini, olumsuz düşüncelerini de yumuşatmış da olabilir.

Biraz erken bir tespit ama Amerika’daki George Washington-Abraham Lincoln misali, Türkiye’de de Mustafa Kemal Atatürk-Recep Tayyip Erdoğan liderliği doğuyor gibi.

Zaten bu konuda bazı kesimlerin pek duraksaması olmadı. Daha önceki dönemlerde Ak Partiye teorik silahlar sağlayan liberal arkadaşlar, şua an sokaklarda ön saftalar.

Ülkücü-milliyetçi gruplar da bu konuda fazla duraksama göstermediler.

Fakat şimdi bu toplumsal sinerjiyi doğru bir zemine oturtup kurumsal bir yapıya dönüştürmek, milletin arzusunu kurumlara, yapılara, teşkilatlara, anayasaya, kanunlara yansıtmak gerekir. Geleceğe odaklanmak, sistemi sağlıklı hale getirmek ve hastalık üreten bu tür bürokratik zihniyetten kurtulmak gerekiyor.

M.A.A.: "Bürokrasinin Halleri" isimli kitabınızda sık sık vurguladığınız iki süreç var. Biri 28 Şubat süreci diğeri 27 Nisan. İkisinde de gerek siyasetçiler, gerek medya, gerek halk, darbeye karşı net, dik bir tutum gösterememişler. Bu dönemde belki de şaşırtıcı bir şekilde bunun değiştiğini görüyoruz. Değişen ne? Ya da o zaman yaşananlarla şu an yaşananlar arasındaki fark nedir? Türkiye 2007’ye nazaran demokratikleşti mi?
H.A.: Daha öncekiler sadece bir kesime bir partiye yönelikti. Dış güçlerin etkisi olsa da birer iç kavga görünümündeydi. Fakat son saldırıyı toplum, tüm kesimlere, Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne yönelik bir dış tehdit olarak algıladı. Sadece AK Parti’ye ya da Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik bir tehdit olarak görmedi. Toplum aile içi sorunlarını, kavgalarını bir kenara bıraktı. Şimdi insanlar ulusal kurtuluş refleksiyle hareket ediyor. Fakat iş anayasal dönüşüm ve yasal düzenlemelere doğru ilerledikçe, faklı yaklaşımlar, ayrışmalar olacaktır.

Uzun süredir özlemini çektiğimiz bu birlikteliğin keyfini çıkarmalıyız. Ve kalıcı olması için gereken hassasiyeti göstermeliyiz. Evet, bu krizlerin böyle fırsatlara dönüşme ihtimali de oluyor.

M.A.A.: Değişim için elimize fırsat geçti dediniz. “Kötü sistemlerin içinde iyi insanların olması sistemi iyileştirmez.” sözünüzden yola çıkarak önlemi alınmış tehlikelerin yeniden doğmasını engellemek için neler yapılabilir?
H.A.: Her şeyden önce, bazı kesimlerin halkın iradesine rıza göstermesi; bürokrasiyle işbirliği yapıp halkın iradesini temsil eden siyasal iktidarları tehdit etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Bu tür tehditler, Ak Parti’nin Cemaate yakınlaşması örneğinde olduğu gibi, siyasal iktidarları bazı yanlışlara sürüklemektedir.

İkincisi ve en önemlisi de yönetim sistemini sağlıklı hale getirmek gerekiyor. Kötü sistemlerde iyi yöneticilerin eliyle bazı iyileştirmeler olsa da, bu geçici bahara benzer. Baharların kalıcı olması için uygun siyasal ve idari sistemler kurulmalıdır. Başarı için doğru sistemleri kurup doğru insanları iş başına getirmeliyiz.

M.A.A.: O halde biraz da askeriyeye dönelim. Biliyorsunuz polis de devletin silahlı bir gücü. Ama o hükümete bağlı bir kurum. Fakat TSK’nin, askerin kendine has bir özerkliği var ve kabul edilsin ya da edilmesin NATO’nun asker üstünde büyük etkisi var. Son zamanlarda jandarmanın ve TSK’nın içişlerine bağlanması gündeme geliyor. Siz, askerin sivil hükümetlere bağlı olup olmaması konusunda ne düşünüyorsunuz?
H.A.:  Her konuda olduğu gibi bu konuda da tarihten günümüze yaşadıklarımızdan ders almalıyız. Günümüzü anlamak ve gelecek hakkında öngörülerde bulunabilmek için geriye doğru bakmalıyız.
Son kalkışmadan bağımsız olarak söylemek gerekir ki, asker-sivil ilişkisi Türklerin en kadim sorunlarından birisidir. Örneğin Yeniçeriler, Osmanlının yükselmesinde de yıkılmasında da baş aktördür. Yeniçeriler, yeni fetihler kazanıp düşman krallara korku sararken, zaman zaman da o gün bir nevi “siyasal iktidarı” temsil eden padişahı tehdit ediyordu.

Tanzimat döneminde kurulan modern Türk yönetim sistemi, geçmişin birçok kurumunu reddettiyse de bazı bürokratik hastalıkları devam ettirdi. Bunlardan birisi de askeri zihniyettir. Son yapılanları bir kenara koyacak olursak, darbe Türk toplumunun ilk defa karşılaştığı bir şey değildir, sistem değiştirilip zihniyet dönüştürülmezse son da olmayabilir.

Türk ordusu, halkın temsilcisi olan siyasal iktidarın emrinde olmayı, bürokratik onuruna yedirememektedir. Örneğin, askerler “Türk ordusu ‘hükümetin’ emrindedir” yerine, “Türk ordusu ‘Türk milletinin’ emrindedir” derler. Bu, aslında “kimsenin emrinde değiliz” demektir. Bu anlamda askerin bürokratik onuru kırılmalıdır.

Yasal mevzuata bakıldığında, birçok gereksiz konuyu ayrıntılı şekilde düzenleyen Anayasa, asker-sivil ilişkilerini muğlak ve oldukça kısa olarak düzenlemiştir. Dolayısıyla ordu, kesinlikle hükümetin emrine sokulmalıdır. Mehmetçik dâhil profesyonel askerlerin eğitimi yeniden düzenlenmelidir.

M.A.A.: Sizin profesyonel askerlere bakışınız ne yönde peki?
H.A.: Askeri bürokrasinin direncine rağmen son yıllarda profesyonel askerlik konusunda önemli adımlar atıldı ama yetersiz. Ordu yeniden yapılandırılarak profesyonel askerlik güçlendirilmelidir. Laboratuvarda çalışması gereken mühendisleri götürüp dağda teröristlerin karşısına çıkarmak akıllıca değildi. Maliyeti ağır odu. Fakat sorun sadece profesyonel askerlik meselesi değildir. Sorun daha derinlerde. Yapıda ve zihniyette.

M.A.A.: Az önce zihniyet değişiminin bürokratik egoları yıkarak olabileceğini söylediniz. Türkiye bazında ele alırsak teoride faydası olabilir ama pratiğe baktığımız zaman imkânsız gibi gözüküyor. Hamile bir kadının Savunma Bakanı olması gibi… Peki, daha yakın ihtimal olarak nasıl bir ilk adım atılmalıdır?
H.A.: Zihniyet konusunda bir örnek vermek istiyorum. Ak Parti, Cumhuriyet tarihininin eğitime en fazla kaynak aktaran hükümeti. Fakat eğitimde beklenen iyileşme bir türlü olmadı. Olmaz, çünkü eğitim sistemi ve zihniyeti yanlış. Yıllarca sıraya sokulan öğrenciler hayata atılınca dolmuş kuyruğunda, ekmek kuyruğunda sıraya girmiyorlar. Bu bir zihniyet sorunudur ve zihniyet konusunda hepimiz malulüz.

Hükümet Cumhuriyet tarihinin en büyük değişimi yaptı. Yollar, barajlar, köprüler inşa etti. Fakat zihniyeti dönüştürmek o kadar kolay değil.

Eğer radikal değişiklikler istiyorsanız, askeri milli savunma bakanlığına bağlayıp başına da kadın bakan atayabilirsiniz. Hamile olursa daha güzel olur.

Bunun en güzel örneği İslam tarihinde var. İslam peygamberi, dünyanın en büyük devletlerinden Sasani İmparatorluğunu ortadan kaldıran ve Bizans’ı dize getiren komutanların başına eski bir köleyi atamıştır. Zihniyet dönüşümü için bu tür uygulamalara ihtiyaç var. Ordunun bürokratik onuru kırılmalı, hükümete kayıtsız itaat etmesi sağlanmalıdır.


M.A.A.: Gündemde idam konusunun yer aldığını görüyoruz. Darbeye kalkışanların vatan haini sıfatıyla idam edilmesi tartışılıyor ve bu yönde adımlar atılacağa benziyor. Sizce idam caydırıcı bir tedbir olur mu? Yoksa dediğiniz gibi zihniyeti değiştirmedikten sonra bunun bir önemi yok mu?
H.A.: Teorik olarak idama karşı olan birisi değilim. Makro planda suçları önleyici olduğunu düşünüyorum. Cezalar sadece bir suçun karşılığı değildir. Benzer suçları önleme işlevi de vardır.
Fakat idamla ilgili Türkiye’nin sicili biraz sıkıntılıdır. İdam, geçmişte politik bir silah olarak kullanılmıştır. Geçmişteki tecrübelerimizi dikkate almalıyız. Ayrıca çıksa bile geçmişe uygulanmayacağı için toplumsal vicdanı pek rahatlatmayacaktır.

Doğru dürüst uygulandıktan sonra idam getirilebilir. Ama cezalarla ilgili temel sorunumuz idam değildir. Diğer alanlarda olduğu gibi yargı ve ceza infaz sistemi de sorunludur.

Şu anda darbe girişiminde bulunanları müebbetle cezalandırsanız bile, devranın döneceğini, birkaç yıl sonra çıkabileceklerini düşünüyor olabilirler.

M.A.A.: Bu süreçte dikkatimizi çeken bir nokta var. Batılı ülkelerin (gerek siyasi partiler/devletler gerek de medya bazında) Türkiye’de yaşanan olaylara karşı önyargılı ve hatta taraflı bir tutum takındığı dikkatleri çekiyor. Bu sürecin sonunda Erdoğan kârlı çıkacağı için, bu gelişmelerin kötü olduğuna ilişkin çeşitli haberler, yazılar yayınlandı. Batının bu tutumu hakkında sizin söyleyecekleriniz neler?
H.A.: Dış politikası konusuna geldiğimizde daha sakin olmalıyız ve daha dikkatli bir dil kullanmalıyız. İç politikada kullandığımız dili dış politikada kullanamayız. Uluslararası ilişkilerin “delikanlıca” gitmediği ve gitmeyeceği kesin. Sonuna kadar sabırla konuşmak, derdimizi anlatmak, diyaloğa açık olmak, köprüleri atmamak lazım.

Uluslararası mücadelede din ve ırk önemli bir ayrışma nedenidir ama unutmayalım ki aynı dinden aynı ırktan olanlar da çatışıyor.

Batının birçok ülkeyi dizayn ettiği doğrudur. Bizim için de niyetleri olabilir. Fakat biz önce kendi içimize ve işimize bakmalıyız. Müdahaleye, istismara açık birtakım sorunlarımız var. Eğer bu sorunlarımızı çözüp güçlenirsek, onların arzuları sadece bir temenni olarak kalır. Hatta güçlü bir Türkiye ile ilişkiler kurmaya çalışırlar.

Batının bu tavrını bilmek ve ciddiye almak gerekiyor, ama sorunların kaynağını daha çok içeride aramalıyız. Türkiye yalnızlık tuzağına düşmemelidir.

M.A.A.: Teşekkür ederiz hocam. 

26 Temmuz 2016 Salı

This is my story!


Everyone has their own story about that night. Someone slept around 22.00, woke up at 08.00 and lived no diffrence; someone left their family to read Quran then shielded theirselves in front of tanks and the news that s/he was “DEMOCRACY MARTYR” has reached those families…
Even the stories are diffrent, it’s apparent that there are so many experienced stories to tell next generations. Mine starts quite diffrent and ends with sitting up all night like everybody.  I’ll try to explain with words what I’d try to explain verbally dozens of times.
I was with kith and kin July 15 night. We heard Boğaziçi Bridge has closed at evenning. Of course this new didn’t spread quickly. My family was returning from a wedding. (You shall see the wedding owner will have such an important part in this night.) When my parents called me and asked if I’d go with them or not, I said I still need half an hour. Afterwards when news of lately events in our country started to come, a family friend warned me like “Ambit is complicated, go home carefully.” I had to go home after ten minutes my mom called. I got on a bus without losing time. The bus opened final audio of news while everybody was listening it carefully. I thought “If there will be a coup, it only happens in metropolitans as Istanbul or Ankara.” until I heard polices has closed front of the governor and let noone pass. I’m only 15 and didn’t know much about coup. We saw police effectuated a barricade. Apparently they came before the soldier and wouldn’t let them pass. None soldier could entered even though they brought military trucks. It was 22.50 back then, we stayed in the Governorship. When I called my parents they said they’d come and get me. My father and brother were coming for me while our family friends were keep asking if I was fine. On the other hand we objected to soldiers after we talked with police. “Soldier to Quarters! Soldier to Quarters!” They were holding those weapons I’ve feared of in my entire life. By the way some people made baricades with their own luxury cars too. When the situation was like that, I got together with my father after I ran in front of those armed soldiers and polices about six hundred metres. I thought we were going home directly; however we went a market behind the Governorship then talked with polices and decided to go home for only inform our neighbors about treason felony. We went to governor junction with my seventy years old granmother, seventy three years old granfather, my sister, mother, father, brother and some neighbors. Junction in front of the market is connected with back door of the governor. And before we go to back door, near fifteen soldiers has cut the path. That path was getting covered with people. Former Parliamentary Candidate Ali İnci (My family went to Ali İnci’s daughter’s wedding. When issue is homeland, he left his daughter’s wedding and came to the Governorship), reeve and few men were talking at the same time. Here is their conversation:
-I have the mosque’s key. I’m going for make announcement Mr. Chairman.
-Mr. Chairman, can we use some police transveiver to call people here with wandering the streets?
We went outside in spite of we didn’t hear Presiden’t calling, or we didn’t know TRT was captured and the presenter has forced to read false report.
               In the circumstances, we were taking a decision and act together.
 Few people were disputing with soldiers who defends coup. Six women
 linked arms were entering with taking takbir. (Our neihgbor, her daughter,
 my mother, sister and grandmother, and an unknown woman.) Over 
fifty-seventy people passed over barricade behind women too. At that 
time military was running into governor. They were standing in front 
of the door and wouldn’t let us in. Later poeple who came with buses
 from City Esplanade joined us too. They shooted through air several times.
 I assume those who got injured were wounded by ricocheted bullets.
 Our neighbor, her daughter and son got shot there. We convinced some
 soldiers at the stairs, with cheers and hugs. We were all happy like we
 took back our castle, whom we actually did. We have bereaved the 
governorates room from traitors. Therefore we were tired, sweltered 
and we got thirsty. The point I want to draw attention is that we took
very much care to not even use those napkins or drink some water 
on Governor’s Office. We ascended tables without our shoes because
we wanted to wag our flags. Without any harm. HOW CAN WE HURT
 THOSE INNOCENT SOLDIERS EVEN WE DIDNT HARM ANY BELONGINGS!?
               I stayed awake till morning. I went home around 07.00 o’clock
 and fell asleep while I was watching the news. Me and my family are taking
 turns for sleeping, for if something happenes, s/he can wake the others. 
Even eleven days has passed after the coup…
               When I look at the results of this struggle, I see a victory. 
“GLORIOUS VICTORY!”. For the sake of this glorious victory, we couldn’t
 get the chance of be a “DEMOCRACY MARTYR” but this nation gave 240
 martyries, also ready to give more. 
                15 July will remain as an epic to us…
                                                                                  written by: Bilal Enes Özensel

                                                                                  translated by: Beyza Kazan

Bu da benim hikayem!


O geceye ait herkesin farklı bir hikâyesi var. Kimisi sıradan bir şekilde saat 22 sularında yatıp sabah 8 de kalkmış ve hiç bir değişiklik, farklılık yaşamamış; kimisi ise ailesini Kur’an-ı Kerim okuması için evde bırakıp tankların önünde kendini siper etmiş ve sabaha karşı ailesine “DEMOKRASİ ŞEHİDİ” haberi ulaşmış…

Hikâyeler ne kadar farklı olursa olsun gelecek nesillere anlatılacak birçok yaşanmış hikâyeler olduğu aşikârdır. Benim hikâyem ise çok farklı başlayıp herkes gibi valilikte sabahlayarak bitiyor.”Ya Bismillah” diyerek onlarca kez sözlü anlatmaya çalıştıklarımı kelimelerle anlatmaya çalışacağım.

15 Temmuz günü yakınlarımla beraberdik. Akşam saatlerinde Boğaziçi Köprüsü’nün trafiğe kapatıldığı haberini aldık. Tabi bu haber hemen yayılmaya başlamamıştı. Saat 22.20 gibi ailem bir cemiyetten dönüyorlardı(Anlatımımın ilerlerine doğru göreceksiniz ki bu cemiyet sahibi gecede önemli bir rol oynayacak). Beni arayıp onlarla eve gelip gelmeyeceğimi sorduklarında yarım saatlik işimin kaldığını ve onlara gitmelerini söyledim. Daha sonrasında ülkemizdeki hadiselerin haberleri gelmeye başlayınca bir büyüğüm “ortalık karışık, dikkatlice eve git” diyerek bulunduğum ortamdan beni evime gitmem için ikaz etti. Ailemin aramasından 10 dakika sonra eve gitmek durumunda kaldım. Camili de ikametgâh ediyor olmam sebebiyle vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde dolmuşa bindim. Bindiğim dolmuş radyoyu son ses açmış ve herkes olayları radyodan dikkatli bir şekilde dinliyordu. Tüm yolcular dolmuşta pür dikkat haberleri dinlerken şoföre Sakarya Valiliği’nin önünü polislerin kapattığı ve kimseye geçiş vermediği anonsunu gelene kadar hep zihnimde “ Darbe olacak ise sadece Ankara-İstanbul vb. gibi büyükşehirlerde olacağını düşünmüştüm. Henüz 15 yaşındayım ve o geceye kadar darbe hakkında pek fazla bir şey bilmiyordum. Valiliğin oraya geldiğimizde polisin barikat oluşturduğunu gördük. Anlaşılan polis askerden hızlı gelip valiliğe geçişi kapatarak askerlere geçiş vermeyeceklerdi. Hakikaten iki tane askeri kamyonet gelmesine rağmen hiçbir asker valiliğin ön tarafından girememişti. Saat o sıralarda 22.50 idi ve valiliğin orda kalmıştık. Arayıp aileme haber verdiğimde beni almaya geleceklerini söyleyip kapattılar. Bir taraftan babam ve ağabeyim beni almaya geliyorlardı bir taraftan yanlarından ayrıldığım büyüklerim devamlı arayıp ne durumda olduğumu soruyorlardı. Bu arada polisler ile konuşarak Sakarya Valiliği’ni ele geçirmeye çalışan askerlere karşı gelmeye başladık. “Asker kışlaya! Asker kışlaya!”. Ömrüm boyunca korktuğum silahlar, üzerine gittiğimiz askerlerin elindeydi. Bu arada polis araçlarının yaptığı barikatın önüne birçok sivil araç sahibi de lüks aracıyla ön barikat oluşturmuştu.  Sakarya Valiliği’nin önündeki trafik ışıkları böyleyken silahlı polis ve askerlerin önünden 600 metre kadar koşarak babamlarla buluştum. Arabamıza binince direk eve gideceğimi sanıyorken valiliğin arka tarafındaki marketin oraya gidip sivil polislerle konuştuk ve komşularımızı sokağa çağırmak üzere eve geldik. Birkaç komşularımızla beraber 70 yaşındaki babaannem, 73 yaşındaki dedem, ablam, annem, ağabeyim ve babam ile beraber valiliğin arkasındaki kavşağın oraya indik. Marketin önündeki kavşak valiliğin arka kapısına bağlıyordu. Ve valiliğin arka kapısına gelmeden 15 e yakın asker yolu kesmişlerdi. O yol yavaş yavaş insanlarla doluyordu. Yine o yolda eski Milletvekili Adayı Ali İnci, ( ailem Ali İnci’nin kızının cemiyetine gitmişlerdi, mevzu vatan olunca kızının düğününü bırakıp valiliğe gelmiş) muhtar ve birkaç adam konuşuyorlardı aralarında şöyle birkaç diyalog geçti:
-Bende camiinin anahtarı var anons yapmaya gidiyorum başkanım.
-Başkan bey birkaç polis telsiziyle sokak sokak dolaşıp herkesin zillerine basarak sokağa çağıralım mı?

          Daha Cumhurbaşkanı halkı sokağa davet etmeden biz dışarıdaydık ve TRT’nin ele geçirilip spikere zorla bildiri okutulmasından dahi haberimiz yoktu.
Durum böyleyken hep birlikte karar alıp gerçekleştiriyorduk.  Birkaç kişi darbe yanlısı askerler ile tartışıyordu. Tam sakinlik sağlandı derken en önde 6 kadın kol kola girmiş ve valiliğe doğru tekbir getire getire giriyorlardı. (Komşu annem, komşu annemin kızı, ablam, annem, babaannem ve tanımadığım bir kadın.) Biz de kadınların arkasından yaklaşık 50-75 kişi barikatı aşıp valiliğin arka kapısından girdik. O sırada askeri üniformalılar da koşarak içeri giriyorlardı. Valilik binasının kapısında duruyor ve geçiş vermiyorlardı. O sırada çarşıdan belediye otobüsleriyle gelenler de valilik kapısının önünde bizimle beraber kalabalık oluşturdular. Birçok kez havaya ateş açıldı. Sakarya’da yaralananların birçoğunun orada mermilerin sekmesi sonucu yaralandığını sanıyorum. Beraber valiliğe indiğimiz komşu annem, komşu annemin kızı ve oğlu orada vuruldu. Bir şekilde valilik binasına girip merdivenlerde birçok askeri üniformalıları ikna ettik, sarılarak ve öperek, tezahüratlarla. Valiliğin odasına girdiğimizde adeta kalemizi geri almış gibi seviniyorduk ki gerçekten kalemizi geri almıştık.

         Onlarca kişiyle birlikte arkamızda birçok yaralı bırakarak valilik odasını hainlerin elinden uzun mücadeleler sonucu geri almıştık. Haliyle yorgunduk, terlemiş ve susamıştık. Dikkat çekmek istediğim bir nokta ise; biz böyle bir durumdayken vali beyin makamındaki sehpalarda bulunan peçete ve suları dahi kullanmamaya özen gösterdik. Video çekmek ve bayrak tutmak için çıktığımız sehpalara ayakkabısız çıktık. Hiçbir şeye zarar veremeden. EŞYALARA DAHİ ZARAR VERMEK İSTEMEYEN BİZLER MASUM ASKERLERE NASIL ZARAR VERMEK İSTEYEBİLİRİZ Kİ!?
O gece valilikte sabahladım.  Ancak sabaha karşı 7.00 sularında eve gelebildim ve haberleri izlerken uyuya kaldım. 15 Temmuz’un üzerinden 11 gün geçmesine rağmen hala aile fertleriyle nöbetleşe uyuyoruz, bir durum meydana gelirse diğerlerini uyandırması için.

         Bu mücadelenin sonucuna baktığım zaman zafer görüyorum hem de “ŞANLI ZAFER!”. Bu şanlı zafer uğruna “DEMOKRASİ ŞEHİTLİĞİ” bizlere nasip olmadı ama bu şanlı zafer uğruna 240 şehit verdi bu millet, daha da fazlasını vermeye hazır.
           15 Temmuz bizlere bir destan olarak kalacaktır…


                                                                                                    Bilal Enes Özensel

22 Temmuz 2016 Cuma

Military Coup Attemp: What I saw and lived


      15 July 2016 night has a peculiarity about being a historical night in anyway. A group of soldier’s uprising in Turkish Arm Forces has attempted with honorable stance of politicians, media and public. Meanwhile Turkey was so district and had a democratic posture against to juntas. I’m at esplanades since I first heard the treason felony. As a social scientist candidate of future, I’m trying to do my observations and get public’s thoughts.

      As we all know; treason felony has turned into a case that should be analyzed in many ways or at least think over after military’s failure. However I want to share what I lived, what I saw and also wanna leave a not to history rather than commentating. After all, it is flying font.

      The night when treason felony happened, I was trying to finish an article which I was studying on my computer. It was near half past ten. First messages started to coming. Information of some soldiers were discharcing the bridges in Istanbul has come. I checked the news and social media as soon as I heard. There was a horrified knowledge pollution. Someone said soldiers may have got an intelligence while others were far more pessimistic. We heard the F-16 planes started doing low flight in Ankara. While we were trying to understand what was really happening. Puzzle pieces were getting united. And the picture that about to be clear was painful picture which every Turkish people knows: Military Coup.

      I knew how dangerous it could be for countries, for people and for democracies even though I haven’t witnessed any military coup. After Prime Minister Binali Yıldırım said “This is an attempt!”, we understood it was a treaosn felony and we went to City Esplanade (Now the place is called Democracy Esplanade). Noone knew anythink while we were going to City Esplanade. Life was keep going as usual. When I came at esplanade I didn’t come across with such a massive crowd as I expected. Sakarya Deputies Recep Uncuoğlu and Ayhan Sefer Üstün were out there. I went to tell them that they shall never be afraid of nor step back and said this public will be next to them. Deputies and public were both nervous. There was no sign of what was going on, no sign of President Erdoğan, no sign of Sakarya Governor Hüseyin Avni Coş. Meanwhile we heard the Governorship was under attack and captured by soldiers.

     Sakarya Metropolitan Municipality Mayor Zeki Toçoğlu first made a short speech and asked for the people call all of their contacts to streets. At that time three or five public bus came to station. Upon this, Zeki Toçoğlu took back the microphone again and told us those buses would go to the Governorship so we could use them.

      Such a nervous air was dominant while we were going. However this air disappeared after President spoke. We got off from bus before governor junction. Aslo people were flocking with their own cars. Cops has closed the path and alined along the road. The right side of Governorship path was closed with tank and military vehicles. Soldiers started firing to air when people decided to walk into building. Police answered them back too. I saw people were getting shooted and carried on someone’s shoulders. Neverthless noone was returning. So many gun sounds has heard from building. There were blood on paths. However military coups who saw crowd was increasing, couldn’t resist anymore and taken with an ambulance. There were people from in each segments. Veiled women, old women, young girls, lads with hurted foot, idealistics, kemalists…

      With this honorable resistance of public, the Governorship has taken back. Police made sure of safety. Celebrations started just after the Governorship has cleaned from military coups. I saw ten thousands of people at esplanade despite how late it was. There were judgement crowd. Not only esplanade but also the bazaar of the city was more crowded than morning. Public has resisted against to coup and successed. The night of 15 July attach to 16 July was a night that has got through with golden letters in history of democracy.
written by: Mustafa Ali Aykol
translated by: Beyza Kazan 

Askeri darbe girişimi: Gördüklerim ve Yaşadıklarım


15 Temmuz 2016  gecesi, her yönüyle tarihi bir gece olma özelliği taşıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içindeki bir grup askerin Türkiye'de darbeye kalkışması, siyasetçilerin, medyanın ve halkın onurlu duruşu ile önlendi. Bu süreçte Türkiye, cuntacılara karşı çok net, demokratik bir tavır sergiledi. Darbe girişiminin haberi ilk duyulduğundan beri meydanlardayım. Geleceğin bir sosyal bilimci adayı olarak, meydanlarda  gözlemlerimi yapmaya, halkın fikirlerini almaya çalıştım.

Malum darbe girişimi, başarısızlığa uğraması ile birlikte, bir çok yönden incelenmesi, üzerine düşünülmesi ve dersler alınması gereken bir vakaya dönüştü.  Fakat ben bu haftaki yazımda, bu tarz yorumlarda bulunmak yerine, o gece boyunca ve devamında yaşadıklarımı, gördüklerimi sizlerle kısaca paylaşmak ve bunları tarihe not düşmek istiyorum. Ne de olsa, söz uçar yazı kalır diye boşa dememiş eski insanlar.

Darbe teşebbüsünün gerçekleştiği gece, bilgisayarımda uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir makaleyi bitirmeye çalışıyordum. Saat on buçuk civarıydı. İlk önce telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Askerin İstanbul'da köprüleri boşalttığı ve giriş-çıkışı kapattığı bilgisi geldi. Bunu duyar duymaz haber sitelerine ve sosyal medyaya göz attım. Dehşet bir bilgi kirliliği vardı. Bazıları askerin bir istihbarat almış olabileceğini, bu yüzden köprüleri kapatmış olabileceğini söylerken bazıları ise çok daha karamsar (ya da gerçekçi demeliyiz) bakıyordu olaya.

Neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, Ankara'da F-16 uçaklarının alçak uçuş yaptığı haberleri gelmeye başladı. Yapbozun parçaları bir bir yerine oturuyordu. Ve ortaya çıkmakta olan tablo, Türkiye'nin, Türkiyelilerin çok yakından bildiği, acı bir tabloydu: Askeri darbe.

Daha önce hayatımda hiç askeri darbeye  tanıklık etmediğim halde darbelerin  ülkeler için, insanlar için ve demokrasiler için ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabildiğini biliyordum. Başbakan  Binali Yıldırım'ın  "Bu, bir kalkışmadır." sözünden sonra darbe girişimi olduğundan emin olup babamla birlikte soluğu, o anki adı ile, Kent Meydanı'nda aldık. (Meydanın ismi Demokrasi Meydanı olarak değiştirildi) Kent Meydanı'na giderken insanların çoğunun olaydan haberi bile yoktu. Hayat normal akışında devam ediyordu.  Meydana vardığımızda beklediğim kadar büyük bir kalabalıkla karşılaşamadım. Orada Sakarya Milletvekilleri Recep Uncuoğlu ve Ayhan Sefer Üstün vardı. İkisinin de yanına gidip, asla korkmamalarını, geri adım atmamalarını, bu halkın onların yanında olacağını söyledim.  Milletvekilleri de halk da son derece gergindi. Ne olup bittiğinden haber yoktu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan haber yoktu, Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş'tan haber yoktu. O esnada, valiliğin darbeci askerler tarafından basıldığı ve el konulduğu haberi meydana ulaştı.

Meydana gelen Başkan Zeki Toçoğlu, önce kısa bir konuşma yaptı ve meydandaki insanlardan tanıdıkları kim varsa sokaklara, meydanlara davet etmesini rica etti. O esnada Gar  Meydanı'nın yanına üç-beş halk otobüsü geldi. Bunun üzerine Zekİ Toçoğlu, mikrofonu tekrar eline aldı ve Gar Meydanı'nın kenarında bekleyen otobüslerin valiliğe gideceğini, meydanda bulunup gitmek isteyenlerin bu araçları kullanabileceğini söyledi.

Otobüsle valiliğe giderken çok gergin bir hava hakimdi. Cumhurbaşkanı'ndan haber geldikten sonra ise bu gergin hava kalktı. Otobüsten valilik kavşağına gelmeden önce indik.  Otobüslerle birlikte halk kendi özel arabaları ile de  Camili'ye akın ediyordu. Valiliğin kavşağının berisinde polisler yolu kapatmış ve yol boyunca dizilmiştiler. Kavşağın sağında kalan Valilik yolu ise tank ve askeri araçlarla kapatılmıştı. Toplu bir şekilde valilik binasına doğru yürümeye başlayınca askerler tarafından havaya ateş açıldı. Polisler aynı şekilde buna cevap verdi.Valilik kampüsüne girip, binaya doğru yürürken önden giden insanların vurulduğunu ve omuzlarda taşınarak çıkartıldığını gördüm. Buna rağmen kimse geri dönmüyordu. Valilik binası içinde çok silah sesi duyuldu. Yerler kan doluydu. Fakat kalabalığın giderek artmakta olduğunu gören darbeci askerler daha fazla direnemediler ve bir ambulansa bindirilip götürüldüler. O gece valilikte her kesimden insan vardı. Çarşaflı kadınlar, yaşlı teyzeler, genç kızlar, cübbeli amcalar, ayağı kırık delikanlılar, ülkücüler, milli görüşçüler, Kemalistler...

Halkın bu onurlu direnişi sayesinde valilik tekrar geri alındı. Gelen polis ekipleri valilikte tekrar güvenliği sağladı. Valiliğin darbeci askerlerden temizlenmesinin ardından kutlamalar başladı. Valilikten, Kent Meydanı'na geldiğimde ise on binlerce kişinin o saatte meydanda olduğunu gördüm. Meydanda mahşeri bir kalabalık vardı. Sadece meydanda değil şehrin çarşısı gündüz olduğundan daha kalabalıktı. Halk darbeye karşı direnmiş ve başarılı olmuştu. 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece, Türkiye demokrasi tarihine altın harflerle geçen bir geceydi.

 Mustafa Ali  Aykol

"Hürriyet için engel yok!"




"Tutukluk yaptı!"


"Demokrasi için geldin değil mi kızım?"


"Babam ölse ben yeterim!"







Young Enlightened Platform's Announcement



We are young people with no uniform or hiding behind any uniform nor who doesn't get their power from uniform.
All our strenght comes from us being young and civilian.

As we are young compatriot of the Republic of Turkey. We are keen on our country. For our country's future; we are aware of democracy, proprietary and han rights. Therefore we want to make it clear that we'll stay as civilians in any operations against them and support the legitimate will.

Despite our young age, we have witnessed so many event could pass into democracy history. We will make these events immortal and bequeath them to future generations. 'Cos history repeats itself if the lesson doesn't be taken.

We are wise up to all masive pains our country has been through. We know lots of ignominious events has happened in this homeland and will of the people has disregarded. We don't want these times to come back. That's why our struggle will always continue. For democracy, for civilian politics!

Our common points are patriotism and libertarian democracy.

We think free, as we are too much civil!

Genç Münevver Platformu Bildirisi





Bizler üzerinde hiçbir üniforma olmayan, hiçbir üniformanın arkasına saklanmayan, gücümüzü hiçbir üniformadan almayan gençleriz. Bütün gücümüz; genç ve sivil olmamızda.

Türkiye Cumhuriyeti'nin genç vatandaşları olarak ülkemizi çok seviyoruz. Ülkemizin geleceği için demokrasinin, mülkiyetin ve insan haklarının bilincindeyiz. Bunlara karşı yapılacak her operasyonda sivil kalacağımızı, sivil ve meşru iradeden yana olacağımızı belirtmek isteriz.

Genç yaşımıza rağmen Türkiye, demokrasi tarihine geçecek pek çok olaya tanıklık ettik. Bunları ölümsüz hale getirecek ve gelecek nesillere miras bırakacağız. Zira tarih; ders alınmazsa tekerrür eder. Ülkemizin geçmişinde büyük acılar bulunduğunun bilincindeyiz. Demokrasi açısından birçok yüz kızartıcı olayın geçmişte bu topraklarda yaşandığını, halkın iradesinin hiçe sayıldığını biliyoruz. Bu olayların tekrar yaşanmasını istemiyoruz. Bu sebeple demokrasi için, sivil siyaset için mücadelemiz hep devam edecektir.

Ortak paydamız memleket sevgisi ve özgürlükçü demokrasidir.

Çok siviliz ve hür düşünüyoruz!