19 Ağustos 2016 Cuma

Mustafa Aydın : "Darbeye karşı İstiklal Marşı şuuru oluştu"

Bilal Enes Özensel: Kıymetli hocam, öncelikle bizlere değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ülkede gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimiyle alakalı son olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mustafa Aydın: Bismillahirrahmannirrahim. Ülkemizin darbeler tarihi kuruluşumuzdan başlar. Ben darbenin iki yönünü ele alıyorum; ilki iman, İslam ve inanç değerlerimize karşı genelde askeri güç kullanılarak yapılan darbeler. Eskilerden dinlerdik, Kuran okumak isteyenleri jandarma kovalarmış, bu da bir darbedir. Bu kadarla ilk dönemi kapatalım. 1960’da bebektim darbe oldu, 1980’da gençtim darbe oldu, 2016’da dedeyim darbe oldu. Demek ki bu ülkenin askerinde bir darbe yapma tarafı var ve darbeler yapılmaya devam ediliyor. 

Geçmişte asker Kemalizm adına yaptı bugün sömürülen bir din adına yaptı. Fakat bunlar her zaman darbe yapmaya hazır bir grup. Sadece bunları kimin kandıracağı önemli. Bu da Türkiye’deki askeri eğitim sisteminin başkalarına kolayca angaje olduğunu gösteriyor. Düşünen değil sadece teknik insanların bulunması ve hiçbirinin hikmet ehli olmaması memlekette askeri sıkıntıya sokmuştur. 1980 darbesiyle 2016 darbesinin arasındaki şartlar farklıydı ama bu darbe girişimiydi, bir grubun girişimiydi şeklinde sulandırmaya gerek yok basbayağı bir darbeydi. 

Tabii halkın çoğunluğu, polisler ve dahi idareden istemeyenler olunca memleketimiz, hiç kimsenin kendine mal edemeyeceği ama herkesin içinde olduğu bir tepkiyle darbeyi önleme çabasına girdi. Bundan sonraki en büyük sorumluluk yine bu darbeyi önleyen topluluğundur.

Artık 68 kuşağı, Gezi kuşağı değil, 2016 kuşağı ile yeni bir devire girdik. Yani bundan sonra geriye dönüp “böyleydik” diyecek değiliz. Tutuklanan hain askerlere şiddet uygulansa dahi merhamet gösterilmesi, her kesimden insan olmasına rağmen ahlaksızlık yapılmaması, Gülen cemaatine destek veren dükkânlara zarar verilmemesi gibi hassasiyetlere bakılınca toplumun öldürmek değil diretmeye yönelik tutum sergilediğini görmek sevindirici. 

Bir de  girişimin olduğu gece Orhan Camiimiz’de cuma namazı cemaatinden daha kalabalık bir cemaat oluşması da namazın insanların dirilişine faydasına işaret eder. Yani darbeye karşı bir İstiklal Marşı şuurunun oluştuğunu görmekteyiz.

Bu işte siyasilerle birlikte kurumların da sorumluluğu olduğunu hatırlatarak, silah ve sarığın naehil insanların eline geçmesiyle din ve ordunun bozulacağını belirtmek isterim. Şimdi de darbe karşıtları birkaç sınıfa ayrılıyor: 

1) Darbe gecesi can verenler yahut canını hiçe sayanlar. 
2) Demokrasi mitingine heyecanla koşanlar. 
3) Bu yaşananları bir şöhret basamakları gibi kullanıp prim malzemesi çıkaranlar. 
4) Meydanları piknik havasına çevirip keyfe gelenler. 
5) Takiyye ile darbeci cemaate mensup iken “değilim” diyerek kendini göstermeye çalışanlar. Çok zararı yoktur ama bu kazanımın ne getirdiği açısından önemlidir. Halk kazandığını canlarıyla ispat etti. Geri kalanlar da gayretleri nispetinde mevcut oldular.

B.E.Ö.: Az önce 1960 darbesinde çocuk  1980 darbesinde genç olduğunuzu söylediniz. İki darbenin de gerek dinimize gerek dindar insanlara verdiği zararlar neler oldu?

M.A: Darbeleri hiçbir zaman İslami bir zihniyet yürütmedi. Mesela bu darbe cemaat yapılıdır. Bu cemaat 1970’lerde Türkiye’deki rejimin Müslümanlara nefes aldırmadığını görenlerin oluşturdukları karşı güçten doğmuştur. O dönemler Müslümanlar rejim tarafından bunca sıkıştırılmasıydı insanlar hocaların etrafında kümelenip kitle ve paralarını onlara teslim etmeyecekti. 

B.E.Ö.: Bireysel bir Müslümanlık mı söz konusu olacaktı?

M.A.: Hayır. Cemaat şuuru toplum olarak var olacaktı. Halk ne dershanelere ne de gizli sohbetlere ihtiyaç duymayacaktı. Lâkin halk taleplerini siyasi anlamda dile getiremedi. Şimdiyse diğerini reddederek belli bir yere bağlanma şuuru geçerli. Bunun sebebi rejimdir. 

Tarihe baktığımızda Süleyman Efendi ve Said Nursi cemaatlerinin ortaya çıkışı Cumhuriyet dönemidir. Eğer bu darbelerin hazırlanış sebebi bozuk bir din anlayışının getirisiyse bunun sebebi Cumhuriyet düzeninin dinle olan münasebetidir. İslam ve siyasi particilik aynı anda ilerlemiyorsa cemaat olarak ayakta kalayım derken farklı rotalara sapılmaya başlandı. Sebebi; hak arayışıydı. Yani darbe kendi çocuğunu yiyen aslana dönmüştür. Türkiye’de cumhuriyet ve demokrasi, yerli ve öz inançlara karşı alternatif olarak kullanılmıştır. Hâlbuki Avrupa ülkelerinin çoğunda krallık vardır. Krallık olsun demiyoruz ama bizde cumhuriyet kelimesinin nitelik ve nicelikleri toptan okunmuyor. Kelimeyle birbirimizi kandırmayalım. 

Buradan bakınca Türkiye’deki darbelerden hem Müslümanlar hem de İslam dışı güçler yara almıştır. Bunun sebebi, Türkiye’nin kendi öz değerlerine dönmeyen bir yapıyı sürdürmesidir. Burada devletin kendi içinde yapılanma problemi olduğunu belirtmeliyiz. Türk demokrasisinin hedefleri birbirlerinde farklı yetiştiriliyor. Ortak hedefi olmayan bir devlet yapısı oluşturulmuş. 

Aslında darbenin sivil, hukuki, iktisadi ve onu koruyan siyasi ayağı var. Yerli (İslami) düşünce açısından son yıllardaki beklenmeyen hareketin çok büyümeden bastırılmış olması eski darbe zihniyetinin izlerini kaybettiğini gösteriyor. 



B.E.Ö.: Az önce vurguladınız. Darbeyi yapan grup, “İslami” sıfatıyla ön plana çıkıp dini cemaat olarak bilinen bir yapı. Son 20 yılda, Amerika’daki İkiz Kuleler olayından itibaren ele alabiliriz belki, islamafobi başta olmak üzere dini bir araç olarak kullanıp ön plana çıkan bir cemaat, asker içinde yapılanarak darbe girişiminde bulunması söz konusu. Sizce bu algı nasıl değiştirilebilir?

M.A.: Cumhuriyet’in kuruluşunda da din kullanılmıştır. Hacıbayram’da hatimler ve mukabeleler eşliğinde millete duyurulmuştur. “Halifelik kalkıyor ama onun görevini meclis yapacak.” mesajı verilmiştir. Onca sultan, sonra din, sonra din değerlerini kullanırız, denmiştir. Ama sistem güçlendikçe din dışlanmıştır. O zaman dini kullanmak ya da din üzerinden hareket etmek, rejimin kuruluşundan kaynaklı bastıran bir hastalıktır. 

Yapıların ümmeti ve insanlığı değil yalnız kendi müntesiplerini kucaklamakla birlikte şeffaf olmaması, hedeflerinin bulunmaması, düşünen insan yetiştirmemesi sebebiyle mensubiyet değil mahkûmiyet halini almıştır. Bundan sonra üstüne manevi bir perde örtülerek oluşturulmuş konuşmayan, soru sormayan yapıyı nasıl düzeltebiliriz sorusuna yoğunlaşmalıyız. Lâkin toplum bu yapının daha iyi bir İslami hayata geçeceğine inanmıyorken kabahatin hepsini sistemde aramak yanlıştır. Çünkü dini yaşam referansları her türlü hileye açık. 

Hoşgörülü diyalog dilini Müslüman olmayanlara karşı kullanan bir yapısı vardı. Sonunda sistemle siyaset birbirini besleyerek büyüdü. Tâbi olunması beklendi ve siyaset galip geldi. Cemaatin faydasının sınırlı olduğunu bilen millet, hükümetten yana yer aldı. Böylelikle toplum desteğini çekti. 

Cemaatler küçüktür ama işlevi çoktur. Bütün cemaatler sayıyla övünürler ama sayıları yoktur. Tarih onları, Cumhuriyet döneminin kendi içinde gelişip yine kendini intihara götüren yapıları olarak yazacak. Başkaları da var. Hepsinin çıkış sebebi Cumhuriyet düzeninin eksiklerini giderme adınadır. İnsan kalitesini arttırarak sistem kendine gelsin ki sorunlar çözülsün. 

Tabii uzun vadede tüm cemaatlerin yaralandığını görüyoruz ki bu da bizi bu kadar fazla cemaatin olmaması gerektiği düşüncesine sevk ediyor. Cemaat yapıları toplumda belirleyici olmamalı hâsılı. Bundan sonraki dönemlerde genel anlamıyla siyasetin istediği herhangi bir cemaati kapatmasının yolları açıldı. Çalışmalar farklı bir kategori üzerinden yapılmaya devam edilecektir. 

Eski algı ve benzer metotların bırakılması lâzım. O yüzden doğru olan insanlarımızın hizmetlerini bilgi ve fikirleri kadar yapmasıdır. Elimizde hazır, genç, cihat ruhlu veya barışçıl bir insan oluşturun, yeri geldiğinde ortaya çıkıverirler. Dinin ve halkın yanında durarak askere karşı duruldu, önceden olası bir iş değildi. O halde toplumsal bir dönüşüm oluştuğunu görüyoruz. Değinmeden geçemeyiz, kadınların da çok etkili olduğunu gözlemliyorum. Hem namluya karşı durmuş hem de sözü namlu kadar tesirli kadınlar gördüm. 

Bu memlekette barış gelecekse, savaş ya da darbe yapılacaksa Müslümanlar hesap edilecek. 

B.E.Ö.: Bir din adamı olarak ilk andan itibaren hiç düşünmeden tepkinizi gösterip meydanlara çıktınız. Bunu yaparken sizi motive eden neydi?

M.A.: Köprü kapandığında değil ama havaalanı haberlerini duyunca darbe olduğunu anladım. Yine de “Böyle darbe mi olur?” diye düşünmeden edemedim. Gece 23 civarı çarşıdan belli olurdur diyerek yola çıktım. Camiye geldik, anonslar yapıldı. Zaten o gündür camiimizin ışıkları 7/24 açık elhamdülillah. 

Önce konuyu anlamaya çalıştım, sonra yerinde görmek için dışarı çıktım. İnsanları ve tepkilerini görünce bu seferkinin farklı olacağını anladım. Akabinde Cumhurbaşkanı’nın dışarı çıkma talimatı duyuldu. Selâ anons sistemi çalıştırıldı. Darbeden önce de çalışıyorduk darbeden sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Bu noktada darbeye karşı olduğu halde İslami düşünceye de karşı olan bir sürü insan vardır. Yine de meydanlarda birlikteyiz. Bunu toplumsal bir sulh olarak görüyorum. Benim derdim darbeden ziyade ülkemizdeki İslami kazanımları kaybetmemek ve bilinmez bir kargaşanın içine düşmemektir. 

B.E.Ö.:  Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz hocam.