26 Eylül 2016 Pazartesi

Memleket Derdi

15 temmuz ile ilgili görsel sonucu

15 Temmuz’u 16’ya bağlayan geceki hadise, tüm yurda ve hatta cihana vahamet yüklü gecelerin şükre ermiş birer gündüzü olduğunu öğretti. Ayını doldurmuş olmasına rağmen malum gece başa gelenler hâlen bellekteki tazeliğini koruyor. Bizler ve ardımızdaki nesil her gün yeni bir fedakârlık hikâyesine gebeymişçesine yaşananları anıyoruz. Hainlere karşı safımızı belli ederken omuz omuza verdiğimiz kardeş, ağabey yahut ablaların şahadet şerbetinden içtiğine ve faziletli gazilerimize milletçe tanıklık ediyoruz.
Darbe girişimi gecesi şahsıma düşen olay örgüsünü paylaşmanın verdiğimiz istikbal savaşı adına mühim olduğunu düşünüyor ve 17 yaşında bir lise öğrencisi olarak şahit olduklarımı arz etmek istiyorum.
Kabaca haliyle askerlerin mühimmatlarıyla birlikte sokaklara dağıldığını sosyal medya (twitter) aracılığıyla öğrendim. O zamanki adıyla Boğaziçi Köprüsü’nden geçerken yolun tanklarla kapatıldığını gören vatandaşlar, acemi işi videolarını paylaşıyorlardı. Seyrettikçe artan endişemi ailemle paylaştım fakat 12 Eylül darbesini çocukken yaşayıp o zorluklara katlanan vatandaşlar olarak başta inanmayıp kâle almadılar. Akabinde haberleri açtık ve gördüklerimiz karşısında tüm eve kaygı hâkim oldu. TSK içinde öbeklenmiş bir asker topluluğu emir-komuta zinciri dışında faaliyete geçmiş ve demokrasimize ket vurmak istemişti. Çok geçmeden sokak aralarında polisin yardım çağrılarını duyduk. “Sevgili halk, gün birlik olma günüdür. Vatan ve demokrasisini seven herkesi meydan ve Sakarya Valiliği’ne davet ediyoruz.” Beklemenin manası yoktu ve tek kelime yeterli olacaktı. Gidiyoruz. Annem, babam, on yaşındaki kardeşim ve ben apar topar Kent Meydanı’na (şimdiki adıyla Demokrasi Meydanı) gitme maksadıyla evden çıktık. Valilik kavşağı mahşer alanından farksızdı. Halk, askerlerin valiliğe girdiğini öğrenince belediye otobüsleriyle hücum ediyordu. Neler olduğunu bizzat görebilmek için arabayla gidebildiğimiz yere kadar gittik; ancak silahlı bir polis tarafından durdurulduk. “Asker yönetime el koydu efendim, iyiliğiniz için geri dönün.” demesine kalmadan 100 m ilerimizde asker ateş açmaya başladı. Ân’ın paniğiyle ne yapacağını şaşıran sürücüler aynı kavşaktan üstümüze doğru gelmeye başladılar. Dört el silah sesi devam ediyordu. İnsanların saniyeler süren şaşkınlığı yerini hiddete bıraktı. O sıra korku içinde ağlayan çocuğunun kulağına “Ağlama oğlum, bu topraklar ancak bize helâldir!” deyişini hatırlıyorum bir annenin… Hâl böyleyken kendimi düşünmekten alıkoyamadığım bir husus vardı. Cephemizi askerlere karşı alarak gelmemize rağmen bir polis darbeyi nasıl bu kadar kolay kabullenebilirdi? Soruma makul bir cevabı ancak şimdilerde aklım alıyor. Bu girişim yalnızca vatan haini Fethullah Gülen ve onu takip eden askerlerle bitmiyor, elleri siyasete, güvenliğe, polise, dine, spor camiasına ama en acısı, zamanında niyetlerinden habersiz selamlaştığımız komşularımıza kadar uzanıyordu. Devletin kılcal noktalarında kamufle halde söz sahibi olarak hedeflerindeki girişimi kolaylaştırmışlardı. Ama milletin yaş, ırk, parti gözetmeksizin sokaklara dökülüp valilik, emniyet müdürlüğü, havaalanı ve meclis gibi kritik bölgelerde nöbet tutması, darbecilerin canlar alan acımasız planına yeni bir boyut katmıştı. Millet elinde şanlı bayrak, sesinde isyan, dilinde tekbir ile cuntacıları püskürtüyordu.
Memleket sevdalısı her vatandaşın ikamet ettiği bölgelerde darbecilere hücum hareketi gösterdiği sıra biz de Sakarya Valiliği’nde tepkimizi gösterdik. Müfredat diyerekten bizlere öğretmeye çalıştıkları tarihi bizzat yaşıyordum. Önce kulak sonra vicdanları halkın yakarışına kapalı askerlerin kimi elinde silahla beklerken kimi çoktan valilik içine sızmıştı. Gözü engel tanımayan halk müthiş bir uyum içerisinde hareket ediyordu. Gelen haberler doğrultusunda herkesi bir koşuşturma sarmıştı. Bir geç kalış tüm yetişmişliklere mâl olacaktı. Çok geçmeden tekbirler eşliğinde sorumlu askerleri dışarı çıkardık. Hiddetin had safhaya ulaştığı sıra kontrolünü kaybedenler askerlerin üstlerine yürüdüyse de engelleyen yine kendi merhametleri oldu. İşte bu sabır, milletimin kanla bilenmiş kudretli zarafetine en güzel kanıttır.
Gerisin geri ortaya çıkan askerler bu sefer emniyet binalarına götürülmek üzere arabalara bindirilmek istendi lâkin bizlerin baskısına dayanamamış olacak ki içlerinden bir er belindeki silahı ani bir hareketle çıkardı ve halkı vuracağını düşünürken kendi ayağına ateş etti. Yanı başımdaki bu gelişme, aklıma kazıdığım yegâne fotoğraflardan biri olarak kalacaktır.
Saat gece 03.00 civarları olmasına rağmen eve gitmek hiçbirimizin aklından geçmiyordu. Tersine binlerce kişi bulunduğumuz konumu koruyor, emin ellerden haber almayı ümit ediyorduk. Ayrıca dışarıda olduğumuz müddetçe Cumhurbaşkanı’nın meydanlara davetinden haberimiz yoktu. Buna rağmen son kertede memleket derdine düşmüşler olarak birlikteydik.
Sabah olmayla hiçbir şey geçmiş değildi. Atlatılan badirenin büyüklüğü peşi sıra gelen şehit, gazi ve tutuklanmış hainlerin haberleriyle anlaşılıyordu. Türkiye, kritik durumlarda kritik kararlar almış kahramanlarını tanımaya başlıyordu. Şahadet getirerek sırtına aldığı mermiyle tanıdığımız Seyid onbaşı, ölüme sürdüğünü bilerek askerlere karşı tank kullanmaya gönüllü olan Mustafa Özbey’le hayat bulmuştu. Cephaneler ıslanmasın diye üstündeki kazağı mermilere örtüp üşümesin diye yavrusunun üstüne abanan ama sonunda kendi donarak ölen Şerife Bacı, geride kimleri bıraktığını umursamadan kamyonuyla darbeye direnmiş Şerife Boz’la tekrar nefes aldı. Ve yaşayan yahut teni toprakla birleşmiş daha niceleri…
Vahim gecenin üstünden haftalar geçti ama özgürlükçü demokrasi adına çekilen acılar ehemmiyetini koruyor. Her geçen gün hainlerin planları biraz daha deşifre oluyor. Hatta vatan uğruna canlarını sunan halk, nöbetine evinde devam ediyor.  Kendimce dini kullanarak Türk milletini maddi-manevi sömürmüş bu hainin nasıl bir vahşetle donandığını düşünüyorum. Olayın ciddiyetini hala anlamamakta ısrar edenleri gördükçe de üzülüyorum. Nasıl bir badire atlattığımızın farkındalığını kavramak, şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine bu kadar zor olmamalı.

Beyza KAZAN